Fakirin kileri, bugün kokuyor! Buram buram, türüm türüm…
Alın size yedi adet yazı… Kokulu silgi de yanında hediyesi!
***
(I)
Hasta yatağında refakatçinin soyduğu mandalinanın kokusu… Yorgun argın eve geldiğinde sehpanın üzerine konan buzlu limonatanın kokusu… Apartman kuytularının bazen ruhunu şefkatle sarmalayan, bazen de evcilliğiyle insanı usandıran bildik kokusu… Bir genç kadının daha önce birkaç kez giydiği kazağa sinmiş ter kokusu… Çoktan kaderine terkedilmiş bir mahzenin kokusu… Bir akşamüzeri öylesine yolun düşmüş bir mahalleden geçerken her yanını saran kızartma kokusu… Arozöz geçmiş caddenin sevinçli kokusu… İlk düşen yağmur damlalarının öptüğü toprağın kokusu… Gizli saklı girilip talan edilen tavanarasının kokusu… Babaanne gelinliklerinin naftalin kokusu… Yaşlanmış kitapların sayfa aralarına burnunu gömüp içine doyasıya çektiğin koku… Eski sinema perdelerinin güngörmüş kokusu… İlkokul kokusu…
(II)
Yeni dökülmüş asfaltın buğulu, kızgın kokusu… Tarih kitaplarından sızan kurumuş kan kokusu… Yazlık evinde seni görünce sevinen eşyaların toz kokusu… Çocukken her okul dönüşü kapısından usulca süzüldüğün, kışlık kavun ve elmalarla dolu odanın sessizlik kokusu… Odaya ışık girmesin diye pencerelere yapıştırılmış gazetelerin güneş yanığı kokusu… Dünyaya kapılarını kapatmış iki gövdenin alışveriş kokusu… İlkokulda aşı günlerinin kokusu… Hasat kokusu… Pazaryeri kokusu… Knut Hamsun’un romanından yayılan koku… Ramazan pidesinin, şarap ve tuzun, uzakdoğu tütsülerinin kokusu… Chopin prelüd ve noktürnlerinin kokusu… Annemin çıt çıkarmadan gözlediği servi-rüzgâr arkadaşlığının serin kokusu… Auschwitz, Mauthaussen, Treblinca, Dachau kokusu… Taze biçilmiş çimlerin üzerine fıskiyeden fışkıran suyun kokusu…
(III)
Bedestende gezinmenin kokusu… Kıyıya vurmaktan bıkmayan iyot kokusu… Bahçede çişini yaptıktan sonra evine dönen kedinin üzerine kış havası sinmiş kürkünün kokusu… Karne hediyesi olarak alınan bilgisayarın kutusundan çıkar çıkmaz yaydığı koku… Şişman kadınların biraz anaç, biraz mahçup kokusu… Haçlı seferlerine katılan soyluları adam eden koku… “Gelmekte” olan şiirin kokusu… Yazlık sinemalarda çitlenen ayçekirdeği kokusu… Balkonda gecenin kokusu… Başkanlık sarayının yıkıntısında Allende’nin tabancalı elinin, Yıldırım Bölge’de Sevgi Soysal’ın kararmayan yüreğinin kokusu… Kolay ve zor zamanlarda, geniş ve dar vakitlerde içilen çayın kokusu… İlle kahve kokusu… Çocukluğun haşarılık ve çikolata kokusu… Köy bakkaliyesinin kokusu… Apartmanlar arasında kalmış kümbetin yalnızlık kokusu… Taş kokusu…
(IV)
Kmer kafatasları nasıl kokar? Ya Videla’nın uçaklarından denize atılanlarınki? Jara’nın elleri? Bağdat kitaplarının dağılan ciltleri? Mostar köprüsünün taşları? Sabra, Şatilla? Magosa’daki bebenin delik deşik bedeni? Tianenman’daki paletler? Gulag takımadaları? Prag baharı? Mamak, Diyarbekir zındanları? Kürt köylülerinin bokla kamaşmış dişleri? Kızıl kahkahalarla çınlayan Bükreş sarayı? Kırım türküleri? Çocuk yüzüne yansıyan napalm? Mustafa Suphi’nin Karadeniz’i? Kuyucaklı Yusuf’un gömleği? Varna vapuru? Bir çağ yangınında gülü küle kesmiş, “gölgesi yıldız dolu” Metin abinin Süveyda’sı? Dido’nun Anadolu’ya selamı? Yorgun, bezgin kağnılar? Maraş’ta çarpılanan kapı kanatları? Otuzüç kurşunun açtığı otuzüç delik? Adiloş bebenin gözleri? Bitmek bilmez tehcir günleri? Stronsiyumlu japon şemsiyeleri? Düşlerine göz dikilmiş kızların başörtüleri?
(V)
Kereste dükkanı mı daha güzel kokar, marangozhane mi? Ziyaret saati bitiminde hasta odasından koridora taşan kokunun bileşimi nedir, niçin insanın yüreğini sızlatır? Bir ormanın kuytusunda böğürtlen toplarken içimi okşayan “orman kuytusu kokusu”nun resmini yapabilir miydim? Neden çingene kadınların sattığı çiçekler daha hoş kokuludur? Neden her sokağın kokusu farklıdır? İnsan üretimi kokular niye acınasıdır? “Kör”, “sağır”, “dilsiz”, “çolak” vardır da, niye koku duyusundan yoksun olanın sıfatı yoktur? Koku duyusu olmadan yaşamanın, körlüğün ya da sağırlığınkine eşdeğer bir yitim duygusu yaratabileceği doğru değil midir? Dünya uzaydan nasıl kokuyordur? Korkunun kokusunu gizleyen “r” midir? Niçin insanın burnu durmadan büyür? Kokunun kokusu çıkar mı?
(VI)
Herkes becerebilir koklamayı. Kokuyu okumak, okuyabilmek gerek. Çağın, zamanın, tarihin, insan doğasının, düşüncelerin, duyguların, yaşananın, yaşanabilecek olanın kokusunu alabiliyor musunuz? Koku moleküllerinin burnunuzun çeperinde gezinmesinin anlamı yoktur; marifet o moleküllerin kodlarının beyninizin gri kıvrımlarında çözülebilmesidir. Okumak, gözleriyle izlemek değildir satırları; kötülüğe dalmak, onu tanıdıktan sonra bakışlarınızla, görüşünüzle, vakur ve sade, ama kararlı duruşunuzla darmadağın edebilmektir. Hiç olmazsa diklenebilmek, eğilmemektir önünde. İlikli düğmelerinizi çözmek, eğilip bükülmemek, avazı çıktığı kadar bağırabilmektir haksızlığı, zulmü, aşağılanmışlığı. “Oku!” diye bunun için denmiş olmalıdır.
Burnunuza lavanta kokuları mı, gelen? Lağım ve kan kokusu mu yoksa?
Namusunuzla okuyun, gözlerinizle değil salt.
Görecek, dokunacak, işitecek, tadacak, kokusunu alacaksınız.
(VII)
Itır mı, zefer mi? Belki buhur, tütsü… Belki rayiha. Koku deyip geçme yolcu. Kokusunu alırsın alamazsın. Belki kokusu çıkar. Üstüne siner belki. Dur, kokla. Nefesin kokuyor. Nefsin kokuyor. Dünya kokuyor. Yol kokuyor. Yolculuk kokuyor. Geride bıraktıkların, henüz ulaşamadığın kokuyor. Zaferin kederi, kederin zaferi kokuyor.
Kulak verelim: Jean-Baptiste Grenoille geçiyor. Belki bir sabah uyandığımızda kendimizi kokumuzla buluruz. Sıradışıymış gibi sıradan, sıradan sıradışılıkta dehamız, tükettiğimiz gerçeğinde kıvrandığımız benzersizliğimiz, nedenini bastırmış tutkumuz, görülmemiş ölçüde bildik nefretimizdir görünmemiş korkumuz, sonunda gözüken kokumuz. Artık sıradan insanızdır; nefretinin kokusu gözle görülebilecek kadar keskin ve irkiltici, büyük İ’li insan.
Süskind haklı: Gözyaşının kokusu.
Kokuların, Koku’nun kokusu.
(*) İlk yayımlandığı yer: Jazzetta, 03.07.2006 – 12:17 Yazar metin | FAKİRİN KİLERİ | 8 Yorum |